22 Aralık 2009 Salı

Hayat Fena Halde Futbola Benzer

Trabzonspor-Fenerbahçe maçıyla süper,müthiş,perfekto ligimizin de nihayet ilk devresi sona ermiş bulunmakta.Hal böyle olunca insan bir yarı-sezon değerlendirmesi yapmak istiyor tabi.Her ne kadar bu blogu futbol yazmak için kullansam da ve de kullansak da,maalesef işimizin zor olduğunu düşünüyorum çünkü bence -ki bunu insan belirli bir olgunluğa erişince anlıyor- ülkemizde futbol adına bir konuşacak birşey yok.Ama neyse ki buranın genel yayın yönetmenlerinden biri de ben olduğun için her türlü konuda yazmakta serbestim.Yani anlayacağın,değerlendirme;sadece ligin ilk yarısında olanlarla ilgili değil,''Güz Dönemi'' boyunca olanlarla ilgili.

Sezon başında gazetelerde çıkan haberler nedeniyle Rijkaard'ın gelebileceği tek kulübün Fenerbahçe olduğuna inandırılmak,Galaasaray'la anlaştığını öğrendikten sonra insanda ister istemez bir hazımsızlık yaratıyor.Hele ki haberi öğrendiğinizde, aylarca ''ya olm bırak bu işleri,Rijkaard Türkiye'de bir takıma gelir,o da Fenerbahçe'dir !'' diye dalga geçtiğiniz Galatasaraylı kuzeniniz yanınızdaysa,insan ilk başta şöyle bir yutkunuyor,ve ister istemez gözleri doluyor.Bu hayal kırıklığı ve insana hiçbir heyecan vermeyen Daum hamlesiyle başladık sezona.Fakat ne kadar şanslıydım ki,öğrenim hayatımda tam tersi oldu.Uludağ olacak diye beklerken,Ege geldi.Daum-Rijkaard gibi yani.Ege Üniverstiesi'nin heyecan verici çok özelliği vardı,mesela İzmir'de olması.Tıpkı Rijkaard'ın Hollandalı olması gibi.Ama göz ardı ettiğim bir şey daha vardı,o da Uludağ Üniversitesi'nin İstanbul'a daha yakın olmasıydı.Ve yine tıpkı Daum'un şampiyonluğa daha yakın olması gibi.

Haftalar ilerledikçe,köprünün altından baya bir su aktı.Galatasaray gelene gidene 3-5 çekti.Gerçi gelen giden tırı vırıydı ama aynı sekansta Fenerbahçe'nin oynadığı oyun zevk bile vermiyordu.Ne olduğunu anlayamadığınız bir şekilde gol atıyorlardı,Lugano ve Bilica,zaman zaman Önder,sayesinde de gol yemeyince işler tıkırındaydı.Ancak bir zaman geldi ki,hem ben hem de Galatasaray, bir sorunla karşılaştık.Peş peşe gelen galibiyetlerden sonra Galatasaray önce beraberliklerle,sonra mağlubiyetlerle tanıştı.İşte o günler,benim de artık yavaş yavaş ''yahu ben niye buradayım?'' diye sormaya başladığım günlerdi.Artık İzmir'in bir çekiciliği kalmamıştı.Yine de yaşancak yerdi doğrusu.Tıpkı Galatasaraylılar'ın Rijkaard için ''yaşanacak adam'' demesi gibi.Ya tamam arkadaşım ya,belki o kadar duygusal değillerdir ama ileride bir gün hatırlamak isteyecekleri günlerdir bu günler.Ancak hayat her zaman hatırlanacak anılarla geçmiyor doğal olarak...


Çok geçmedi ki Fenerbahçe'de de sorunlar başlamasın.Fenerbahçe'nin Avrupa Ligi ile beraber yeni bir ''maceraya'' başladığı günler,benim de yeni ama aslında eski denilebilecek bir heyecana başladığım günlere denk geliyordu.Ancak o günler hiç de iyi gitmedi.Lige peş peşe pu an kayıpları ve mağlubiyetler,bende ise hüran,uykusuzluk ve karın ağrısı vardı.Tabiki de Fenerbahçe yüzünden değil,büyüdük artık.Şampiyonlar Ligi Finali'nde ilk yarısını 3-0 önde kapattığımız maçı vermedikçe Fenerbahçe için kendimi üzmem.Gerçi o günleri görebilsek,buna bile katlanırım ama benim asıl derdim başkaydı.Dert diyorum ama aslında geceleri uyumamı sağlayan kişiydi,belki görürüm diye.Ancak beklenen olmadı ve alınan mağlubiyet sonrası puan cetvelinde tepetaklak düşüş yaşadım.




Ancak sağolsun,ileride inşallah psikolog olacak bir arkadaşım sayesinde -denilebilecek şekilde- bu olayı atlattım.Roland Koch'un takıma etkisi gibi.Koch,o motive edici konuşmalarını yaptı ve liderlik geldi...



Derken,insan bir de bakıyor ki zaman geçmiş,ilk devrenin sonu gelmiş,finallerin tarihleri açıklanmış.Ve de anlıyor ki futbol her zaman hayatla paralellik göstermez,çünkü bizim maçlarımız yeni başlıyor.Devre arasında ise istikamet Antalya değil,İstanbul...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder